Buradasınız :  Makaleler/ Rabıta Nedir?
Kategori:
Makaleler
2924 kez Okunmuş

Rabıta Nedir?

Rabıta, tasavvufta mühim bir terbiye metodudur. Rabıta, ruhların tanışması, kalplerin kaynaşması ve gönüllerin aynı sevdada buluşmasıdır.

 

Kâmil bir mürşid ile Allah yoluna çıkan bir insan, önündeki rehberi ile ruhen tanışmazsa, kalben kaynaşmazsa, onunla aynı sevgide buluşmazsa, kendisinden nasıl istifade edebilir?!..

 

Allah için böyle bir rabıtaya ve sevdaya sahip olmayan insan, acaba kalbini hangi tür rabıtalar ve sevdalar ile ıslah ve ihya edecek?

 

Edep ve hedefine uygun yapılan bir rabıta, kalbi gafletten uyandırmak için en etkili bir ilaçtır.

 

Sözlük manası itibariyle rabıta, iki şeyi birbirine bağlayan ip, ilgi, sevgi, alaka, münasebet demektir.[1]

 

Ayet ve hadislerde geçen ribat ve murabata kelimeleri, rabıta kelimesi ile aynı kökten gelir.

 

Ribat ve murabata kelimeleri Allah Teâlâ'nın korunmasını istediği vazifeleri tam yerine getirmek, sınırlarda düşmanı gözetlemek, nöbet tutmak gibi anlamlara gelir.

 

"Rabıta yapınız/ ribatlarda bekleyiniz"[2] mealindeki âyet-i kerimede geçen ribatın ve rabıtanın ne olduğunu şu hadis-i şerif açıklamaktadır:

 

"Zor ve sıkıntılı anlarda güzelce abdest almak, mescit yolunda çokça adım atmak bir namazdan sonra gelecek namazı beklemek var ya, işte sizin ribatınız budur; işte ribat budur, işte ribat budur."[3]

 

Ashab-ı Kiram ribatı, sadece sınırlarda nöbet beklemek şeklinde değil, farz namazların vakitlerini gözetlemek, namazı beklemek, mescitleri ibadet ve zikir ile mamur etmek, ibadeti hakkıyla yerine getirmek şeklinde de anlamışlardır.[4]

 

Tefsirlerde ribatın, her iki manasına da değinilmiştir. Yani rabıta yapınız veya ribatta bekleyiniz demek, maddi ve mânevî düşmanları gözetleyiniz, onlardan gelecek zararlara karşı uyanık olunuz, ibadetlerinizi, kalbinizi, sınırlarınızı iyi bekleyiniz, onları güzel muhafaza ediniz demektir.[5]

 

Rabıtanın tasavvufta kullanılan manası ise şudur:

 

Rabıta, yakîne ulaşmış, müşahede makamına çıkmış, Allah'ın ahlakı ile süslenmiş, bütün latifeleriyle ilahi zikre dalmış kâmil bir mürşidi hayale alıp kalbi ona bağlamaktır.

 

Diğer bir manasıyla rabıta, bir müridin kalbini mürşidinin kalbine bağlayıp oradan ilim, sevgi, feyiz ve nur almasıdır.[6]

 

Böyle bir rabıta, kalbi uyandırmak, onu zikre geçirmek, şeytanın hücumlarından korunmak için bir usuldür. Rabıta, kalbe atılan vesvese oklarını engellemek, kalbe hücum eden kötü düşünceleri defetmek için güzel bir tedbirdir.

 

Hedefi itibariyle rabıta, mürşidle beraber olup kalbi beklemektir. Rabıta, kalbe girmek isteyen düşmanlara karşı mürşidi siper edinmek, onun desteği ile tehlikeden korunmak, mürşid vesilesiyle çekilecek sevgi ve feyzi ile kalbi kuvvetlendirmek ve Allah yolunda ayakta durmaktır.

 

Mürşid üzerinden gelecek bütün sevgi, feyiz, nur ve mânevî ilimler aslında yüce Allah'ın rahmeti ve mülküdür. Onları doğrudan yüce Allah'tan alabilecek bir kimsenin, arada başka vasıtaya ihtiyacı yoktur

 

Ancak bu rahmeti çekmek, onu muhafaza etmek ve hakkını vermek için kalbin çok ciddi bir terbiyeden geçmesi ve ilahi emanetleri taşımaya hazır hale gelmesi gerekir. Yoksa manen hasta ve gafil bir kalp, bu haliyle o nimetlere ulaşamaz.

 

Hasta kalbin terbiyeye ve özel desteğe ihtiyacı vardır. İşte rabıta, kalbi kâmil mürşidin elinde terbiye edip temizlemek ve onun vereceği özel destek ile kalbi kuvvetlendirmektir.

 

Rabıtaya şirk demek, bu sözü söyleyeni sıkıntıya sokar. Kalbin herhangi bir şeye ilgi duyup bağlanmasına da rabıta diyebiliriz. Bu tür bağlanma, iyi veya kötü olabilir. Kalbin sevip bağlandığı bu şey, bir insan olabileceği gibi eşya, dünya, para gibi şeyler de olabilir. Bu manadaki rabıtayı bütün insanlar farklı isim, şekil ve derecelerde yapmaktadırlar.

Rabıtayı inkâr etmek, insanı inkâr etmek demektir.

 

Çünkü rabıta, düşünmek, hayal etmek, sevmek, özlemek, özenmek ve etkilenmekten ibarettir. Bu bir insanın en tabii halleridir. Bir insanın en tabii halini tümüyle reddetmek yerine, yanlış davranışını ıslah etmek daha uygundur.

 

Şu nokta çok önemli:

 

Rabıta bir ibadet değildir; kalbi ibadete hazırlamak için kullanılan bir metottur. Rabıta, Kur'an'da ve sünnette emredilen tefekkürün bir çeşididir. Bu anlamda bir nevi murakabedir. Allah Teâlâ'nın zatı dışında her şey tefekküre konu edilebilir Çünkü hadisler, Allah'ın bizzat şeklini düşünmeyi yasaklamıştır.[7]

 

Diğer yandan tefekkür ise emredilmiştir, farzdır. Kalbin en önemli vazifesi de tefekkür yoluyla uyanmak ve yüce Allah'a bağlanmaktır.

 

Tefekkür kainattaki ilâhi sanata bakıp. Yüce sanatkârı tanımak ve ona hayran olmaktır. Tefekkür varlıklarda gizlenen ilâhi güzellikleri ve tecellileri gönül gözüyle seyretmektir. Kainattaki bütün güzelliklerin, üstünlüklerin, izzet ve şerefin asıl sahibi Allah Teâlâ'dır. İnsan olsun melek olsun, her kimde ne varsa O'nundur. Aklın vazifesi O'nu tanımak, gönlün vazifesi O'nu aramak, kalbin vazifesi O'nun sevgisini tatmaktır.

 

Yüce Yaratıcı zatını nur ile gizlemiş, bazı tecelliler ile perdelemiştir. Ardından bütün akıllılara, adeta 'Bana gelin, beni tanıyın, benim dostum olun' dercesine haber göndermiştir.

 

Bu yüzden ilâhi sevgiye gönül verenler, her yerde, her şeyde, her sevgilide O'na ait bir ilim aramış, O'ndan bir haber duymak istemiştir.

 

Bu hususta Yüce Mevla'yı sevenlerine tanıtacak ve sevgisini tattıracak en güzel yol, O'nun boyası ile boyanmış, her halleriyle O'nun şahidi olmuş kâmil müminlerdir. Zira onlar rabbani âlimlerdir, kâmil mürşidlerdir. Onlardaki ilâhi ilme ve sevgiye ulaşmak için kalp hazinelerine girmek gerekir. Kalbe girmek için kalbi kullanmak icap eder.

 

Ayrıca, sevgi dolu bir gönülle mürşidin kalbine yönelmek, ihlâsla ihtiyacını dile getirmek, samimiyetle yardım talep etmek, sabır ve edeple kalbin kapısında beklemek gerekir. Böyle olunca kalp kalbe açılır, birinden diğerine nur intikal eder, ilim geçer, feyiz akar, sevgi yayılır. İşte buna rabıta denir. Kâmil mürşid, mürid için bir ölçüdür, aynadır, örnektir, sevgi kaynağıdır, feyiz menbaıdır.

 

Böyle bir kâmil mümini düşünmenin, onu gönle alıp gündemi onunla meşgul etmenin zararı ne olabilir?

 

Gafil bir kalp uyanık bir kalpten sevgi alıyor, bu sevgi ile besleniyor, destekleniyor, feyizleniyor, uyanıyor ve Allah için güzel şeylere yöneliyorsa, buna hangi delil ve mantıkla karşı çıkılır?

 

Kâmil insanın kalbi Allah Teâlâ'nın nazar ve tecelli ettiği bir yerdir. Bu kalbe "nazargâh-ı ilâhi" denir. Burası Allah'ın rahmet nazarı ile baktığı yerdir. Böylesi bir kalp Rabbine bağlanmış demektir.

 

Bu kalp ilâhi aşk ve zikirle canlanmıştır. Ona bağlanan kalpler de o aşk ve zikirden nasiplenir, feyizlenir, kuvvetlenir, ihya olur.

 

Tasavvuf büyükleri, rabıtanın öz itibariyle mealen şu âyetlere dayandığını belirtmişlerdir:

 

"Ey iman edenler! Allah'tan korkun ve sadık kullarla beraber olun."[8]

 

"Ey iman edenler! Allah'tan korkun, O'na yaklaşmaya vesile arayın. Onun yolunda mücahede edin ki kurtuluşa eresiniz."[9]

 

Her iki âyet de bize takvayı emrediyor. Takvayı elde etmek için birinci âyette Allah'ın sadık kulları ile beraberlik emredilmiş, ikinci âyette ise takva yoluna sevk edecek bir vesileye yapışılması ve nefsi terbiye için bütün yolların denenmesi istenmiştir.

 

Allah'ın sadık kulları ile beraberlik ya beden ile ya da kalp ile olur. Asıl mesele onlarla Allah yolunda kalp ile beraber olmaktır. Beden ile beraberlik bundan sonra fayda verir.

Bedeni camide, kalbi caddede olan birisi, gerçekte camide değildir.

 

İşte rabıta, Allah Teâlâ'nın sadık kulu ve kâmil dostu olan mürşid ile kalp, gönül, hayal, sevgi, fikir, fiil ve bedenle beraber olmaktır.

 

Mürşidle ilk beraberlik onun terbiyesine girmekle başlar. Ardından mürid onunla aynı meclisi, aynı mekanları, aynı işleri, aynı ibadetleri paylaşmaya başlar. Bundan sonra mürid, kalben mürşidine yakınlık duyar.

 

Mürid mürşidini yakından tanıdıkça, onun Allah'a karşı sevgisini, güzel edebini gördükçe kendisine hayran olur. Onu Allah için sever. Onun gibi samimiyetle Allah adamı olmaya ve güzel amel yapmaya yönelir.

 

İşte asıl hedef bu kalp ve gönül beraberliğidir. Bu sevginin ve beraberliğin sonucu mürşiddeki ihlâs, takva, edep ve ilâhi aşk, müridin samimiyet derecesine göre kendisine geçer.

 

Kendisine rabıta yapılacak mürşid, Hz. Rasulullah'ın gerçek varisi, mânevî tasarruf sahibi, icazetli bir veli olmalıdır.

 

İşte müridin böyle bir kâmil mürşide kalbini bağlayıp, huzurunda ve gıyabında onun sûret ve ruhaniyetini hayaline almaya, onu kendisi ile birlikte düşünerek, yanındayken takındığı tavrı, uzağında iken de sürdürmeye rabıta denir.

 

Buna mürşidle benzeşme diğer bir ifadeyle aynileşme de denir.

 

Rabıtanın hedefi, müridi fenafillah makamına yükseltmektir. Bu makam ihsan mertebesi olup, yüce Allah'ı görüyormuş gibi O'na kulluk yapma makamıdır.

 

Mürşid bu makama ulaştırdığı müridini Allah Teâlâ'ya emanet eder ve aradan çekilir. Artık rabıta murakabe adını alır. Murakabe, her yerde ve her şeyde Allah Teâlâ'nın azametini müşahede etmektir.

 

 

______________


[1] Cevheri. es-Sıhah. 3/1127; İbn Manzur, Lisanu'l-Arab, 7/302-303; Zebidi, Tacu'l-Arus, 19/298-304

[2] Al-i İmran, 200

[3] Buhârî, Vüdu, 6; Müslim, Taharet, 34-41; Tirmizî, Taharet, 39.

[4] Taberi, Camiu'l-Beyan, cüz. 4/222; Hakim, Müstedrek, 2/301

[5] Alusi, Ruhu'l-Meani, 2/384-385; Kasımi, Mehasinü't-Tevil, 4/1080-1082; Bursevi, Ruhul’-Beyan, 1/408-409; Hamdi Yazır. Hak Dini, 2/1265-1266.

[6] İmam Rabani, Mektubat, 1/252-253; İbrahim Fasih, Mecd-i Talid, 105

[7] Ebû Nuaym. Hılye. 6/67: Taberânî. el-Vasıl, no 631, Beyhakî. Şuabü'l-İmân. no. 126.

[8] Tövbe. 119.

[9] Maide, 35.

 

Kaynak: Dilaver Selvi, Kaynaklarıyla Tasavvuf, s. 78-83 (Semerkand Yayınları)


 


Bu Yazılarda Dikkatinizi Çekebilir