Buradasınız :  Makaleler/ Sohbet Nebevî Bir Mirastır
Kategori:
Makaleler
3703 kez Okunmuş

Sohbet Nebevî Bir Mirastır

İlahî sorumluluğu; “İnsanlara Allâh’ın âyetlerini okumak, onları her türlü kötülüklerden arındırmak, yine onlara kitap ve hikmeti ayrıca bilmedikleri (hususları) öğretmek”[1] olan Sevgili Peygamberimiz bu sorumluluğu, şüphesiz birtakım usullerle îfâ ediyordu. Kendisine indirilen âyetleri apaçık bir şekilde tebliğ ederken bu tebliğin muhtevâsı ise ayrıca bir eğitim ve terbiyeyi gerektiriyordu. Bu eğitim ve terbiye merhalesinde Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem’in uyguladığı ve çağlara da nebevî bir miras olarak kalan en önemli usullerden biri sohbetleri idi.

 

Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem’in ashabı, genellikle O’nun etrafında halka şeklinde toplanırlar, sonsuzluk nûru da onların arasında, bazen sağına döner, bazen soluna döner, kâh bir soru sorarak, kâh “size bir hususu bildireyim mi” buyurarak o gün hatırlatılması gerekenleri hatırlatır, her birine de ayrı ayrı ilgisini izhar ederdi. Yine sahabelerine bir süt, bir hurma ikram ederken veya bir sofra vesilesi ile ya yeni bir mesajı iletir veya ashabındaki bir yanlışı düzeltirdi. Allah Resûlünün bu sohbetleri bereketi ile câhiliyye insanından bütün çağlara ışık olacak bir sahabîler nesli vücud buldu.

 

Sohbet, Efendimiz’in hiç terk etmediği bir eğitim ve terbiye usûlü idi. Bu sebeple müekked bir sünnettir de denilebilir. Özelikle insan kalbinin ve gönlünün yoğrulmasında en tesirli yoldur. Nitekim Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem:

 

“Bir grup insan, Allâh’ın evlerinden bir evde toplanır, Allâh’ın kitabını okur, onu aralarında müzakere ederlerse üzerlerine sekînet iner, onları rahmet kaplar ve melekler çevrelerini kuşatır, Allah Teâlâ da o kimseleri kendi nezdinde bulunanların arasında zikreder.”[2] buyurur.

 

Kendini bu tür meclislerden müstağni gören, oralardan yüz çevirenler ise Asr-ı Saâdet’teki şu Peygamber tespitini dâima hatırlamalıdır.

 

Ebû Vâkıd el-Leysî -radıyallahu anh- şöyle anlatıyor:

 

“Bir gün Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz, huzurunda ashabı olduğu halde mescidinde otururken karşıdan üç kişi geldi. İkisi Nebiyy-i Ekrem Efendimiz’e doğru teveccüh etti, diğer biri ise dönüp gitti. Bu iki kişi Efendimiz’in huzurunda durup selam verdiler. Yine bunlardan biri halkada bir aralık bularak oracığa oturdu. Diğeri ise cemaatin arkasında oturdu. Üçüncü ise arkasını dönüp savuştu. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem sözünü bitirince şöyle buyurdular:

 

- İsterseniz bu üç kişinin halini size haber vereyim. İçlerinden biri Allâh’a sığındı, Allah da onu (meclisde bir yer bulması ile) barındırdı. Diğeri ise (arkadaşlarına sıkıntı vermekten) utandı, Allah da ondan hayâ etti. Üçüncüsü ise (bizim bu meclisimizden) yüz çevirdi, Allah da ondan yüz çevirdi.[3]

 

Ümmetine çok düşkün olan Sevgili Peygamberimiz onların yüz çevirmelerinden, uzaklaşmalarından son derece mahzûn olurdu. Bu sebeple ashabının, ehl-i beytinin ilmî ve irfânî inkişaflarını geliştirmek adına her fırsatı bir sohbetle değerlendirirdi. Özellikle de belli vakitlerde ailesi ve ehl-i beyti ile ilgilenir, onlara Allâh’ın kendisine öğrettiği şeyleri paylaşır ve öğretirlerdi. Nübüvvet hayatı boyunca Efendimiz bu uygulamalarına devam etmişler ve evlerimizin bir sohbet ve eğitim merkezi olması hususunda ümmetine müstesnâ bir örnek olmuşlardır.

 

Efendimizin bütün çağlara miras kalan sohbetlerinden bir bölümü ise daha özel olarak bazı sahabileri ile yaptığı sohbetleri idi. Bir devenin üzerindeki yolculuğu bile nasıl bir eğitim fırsatına dönüştürebildiğinin birçok misali farklı sahabiler tarafından sonraki nesillere en güzel bir üslûpla nakledilmektedir.

 

Abdullah ibni Abbâs radıyallahu anhüma’dan nakledildiğine göre şöyle buyurmuşlardır:

Bir gün Hz. Peygamber devesinin üstünde ben de terkisinde, arkasında idim. (Yolculuğumuza devam ediyorduk.) Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem bana buyurdular ki:

 

“Yavrucuğum, sana bazı kaideler öğreteyim: Allâh’ın buyruklarını gözet ki, Allah da seni gözetip korusun. Allâh’ın rızâsını her işte önde tut ki Allâh’ı dâmiâ önünde bulursun. Bir şey isteyeceksen Allah’tan iste. Yardım dileyeceksen Allah’tan dile. Ve bil ki bütün bir ümmet toplanıp sana fayda vermeye çalışsalar, ancak Allâh’ın senin için takdir ettiği faydayı temin edebilirler. Yine eğer bütün ümmet sana zarar vermeye kalksalar ancak Allâh’ın senin hakkında takdir ettiği zararı verebilirler. Çünkü artık kaderi yazan kalem yazmaz olmuş, yazılar değişmeyecek şekilde kesinleşmiştir. (Bundan sonra takdirde herhangi bir değişiklik söz konusu değildir.)[4]

 

Peygamberimiz’in Yemen’e vali olarak gönderdiği genç dostu Muaz bin Cebel hazretlerinden, Abdullah ibni Cafer hazretlerinden hep Allah Resûlü’nün terkisinde, bir eğitim mektebine dönüşen yolculuklardan nebevî mesajlar nakledilmiştir.

 

Tasavvufî terbiyeyi “Allah Resûlü’nün sözlerine, uygulamalarına ve hallerine” mütâbaat ve yaşamak olarak anlayan ma’nevî terbiye rehberleri de tarih boyunca en önemli bir eğitim ve terbiye yolu olarak sohbet usûlünü tercih etmişler, gönülden gönüle, sadırdan sadırlara akisleşmenin ve şahsiyet değişiminin ancak usûlüne uygun verimli sohbetler yolu ile gerçekleşebileceğini ifâde etmişlerdir. Şâh-ı Nakşibend Hazretleri’nin “Tarik-i mâ der sohbetest: Bizim terbiye yolumuz ancak sohbetlerde (mümkün)dür.” sözü çok önemli bir tasavvuf düsturu olarak bilinmektedir.

 

Farklı rüzgârların insanı değişik dünyalara sürüklediği günümüzde insanı koruyacak, ilmen ve irfânen geliştirecek en önemli yol, şüphesiz bu nebevî  sohbet mirasıdır.

 

Kimse sensiz bulamaz Hakk’a vusûl

Feyz-i lutfunla olur merd-i kabûl

Rahmeten lil-âleminsin ya Resûl

El-meded ey ma’den-i nûr-i Hudâ

 

(Yavuz Sultan Selim Han)

 

______________


[1] Bakara, 151

[2] Müslim, Zikir, 38

[3] Buhari, İlim, 8

[4] Tirmizi, Kıyamet, 59

 

 

Kaynak: Abdullah Sert, Altınoluk Dergisi, Sayı: 414.

 

 

 

 

 

 


Bu Yazılarda Dikkatinizi Çekebilir