Buradasınız :  Makaleler/ Kalbin Tedavisi
Kategori:
Makaleler
3604 kez Okunmuş

Kalbin Tedavisi

Manevî kalp hasta olur mu? Hasta kalbin tedavisi nasıl olmalıdır? Kalbi tedavi etme hususunda tasavvuf nerede durur ve nasıl bir metod kullanır?

 

Kalp ruhun sarayı, insanın aslıdır, insanı kalbi temsil eder. İnsana ait özellikler kalpte toplanmıştır. İçine nur inmeyen kalp, aslî safiyetini kaybeder ve asıl görevini yapamaz hale gelir. Bu defa kalp, hasta olur; inkârın, isyanın, cehaletin ve kötü ahlâkların merkezi durumuna gelir.

 

Kalp, günahlar ile zayıflar, kirlenir, katılaşır ve tedavi edilmezse ölür. Üzerine perde çekilir, hak olan şeyleri görmez, işitmez ve anlamaz olur. Bu, büyük bir felakettir. Ebû Sâlih (r.a), Ebû Hüreyre (r.a) yoluyla, Hz. Peygamber'in (s.a.v) şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:

 

"Mümin bir günah işlediği vakit, kalbine siyah bir nokta, bir leke vurulur. Tövbe ederse, kalbi cilalanır. Yani bu leke silinir, yeniden parlar. Tövbe etmez, isyana devam ederse, siyah lekeler kalbini kaplayıncaya kadar artar. İşte bu, Allah Teâlâ'nın, 'Asla öyle değil, fakat onların yapmış olduğu günahlar kalplerini iyice kaplamıştır'[1] âyetinde anlatılan, kalbin kapanması ve günahla örtülmesidir."[2]

 

Kalp çok hassas ve incedir, kötü hareket ve davranışlar ona tesir eder, ufak bir yanlışlık ona çok fazla zarar verir. Bütün iş kalbe bağlıdır. Kalp vücudu temsil eder. Vücutta her şey kalbe göre şekillenir. Kalbin iyi veya kötü durumu vücudun bütün organlarını etkiler. Hz. Peygamber (s.a.v) bu mühim konuya şöyle dikkat çeker:

 

"Dikkat edin! İnsanın bedeninde bir et parçası vardır ki o iyi ve sağlam olursa bütün beden sağlam olur. O bozuk olursa bütün beden bozuk olur. Bilesiniz ki o, kalptir."[3]

 

Gavs-ı Bilvânisî Seyyid Abdülhakim de (k.s) bir sohbetinde bu manaya işaret ederek şöyle buyurmuştur:

 

"İnsanın vücudunda üç yüz altmış altı kemik bulunur ve bu kemiklerin tamamı kalbe bağlıdır. Şayet kalp ıslah olursa bütün vücut da ıslah olur. Yok, eğer kalp bozuksa bütün vücut da bozuktur.

 

Radyo evinin çalışmasıyla açılan her radyodan ses çıkacağı gibi, radyo evinin kapalı veya bozuk olması durumunda ise, radyodan herhangi bir ses çıkmaz, isterse akşama kadar açık bırakılsın...

 

İşte kalp de aynen öyledir. Vücudun radyo evi, vücudun merkezidir. Kalp Allah'ın zikrini yaptığı zaman, bütün vücut da onunla zikir yapar. Şayet kalp ölmüşse vücut da ölüdür."[4]

 

Hasta Kalbin Tedavisi

 

Kalp yanlış inanç ve kötü huylarla kirlenir, duyarlılığını kaybeder, körelir, katılaşır, taş gibi olur. Hak Teâlâ bu kalpten bahsederken şöyle buyurur.

 

"Bundan sonra kalpleriniz yine katılaştı; taş gibi, hatta daha katı. Çünkü taşlardan öyleleri vardır ki onlardan ırmaklar fışkırır, öyleleri vardır ki yarılır, ondan sular çıkar, öyleleri vardır ki yarılır Allah korkusuyla yuvarlanır"[5].

 

Katılaşan ve taşlaşan bir kalp hastadır, sağlıklı değildir. İşlerini yerine getiremez. Bu artık tedaviye muhtaçtır, temizlenmesi gerekir. Bu da tefekküre eşlik eden hak inanç, ibadet ve güzel ahlâkla olur. Bu ise ancak bir mürşid-i kâmilin rehberliğinde mümkün olabilir. Çünkü sadık olabilmek için sadıklarla beraber olmak lazımdır. Nitekim Hak Teâlâ, "Ey iman edenler! Allah'tan korkun ve sadıklarla beraber olun"[6] buyurmaktadır.

 

Kâmil mürşid birine teveccüh edip nazar etse, nasibi varsa o kimse itaatkâr olur. Gafil bir kimseye nazar etse, o kimse gafletten uyanır. Huzuruna hıristiyan, yahudi ve başka bâtıl dinlerden olan biri gelip bir müddet bulunsa, onun himmet ve bereketiyle müslüman olur. İmâm-ı Rabbânî (k.s) buna işaret ederek şöyle demiştir: "Kâmil mürşidin bir nazarı, kalpte bulunan hastalıkları giderir, yok eder. Onun bir teveccühü, beğenilmeyen kötü huyları siler süpürür."[7] Hafız Şîrâzî de (k.s) bir beytinde büyüklerin bakışlarını şöyle ifade etmiştir:

 

Velilerin bir nazarı kimyadır

Karataş, nazar ile yakut olur

 

Bir toprak içindeki zararlı maddelerden temizlenmeden güzel mahsul vermeyeceği gibi, kalp de içindeki kötü sıfat ve huylardan temizlenmeden orada güzel ahlâkın oluşması, marifet meyvelerinin yetişmesi de mümkün değildir. Peygamberler ve onların vârisleri olan kâmil mürşidler, herkesin fıtratına göre muamele ederler. Her toprak bir değildir. Verim de aynı olmaz. Yaratılış toprağı temiz, güzel ve verimli olanlar kolay terbiye olurlar. Yaratılışı katı, karışık ve verimsiz olanlar zor terbiye olurlar.

 

Allah Teâlâ, her insanı farklı karakter, özellik ve kabiliyette yaratmıştır. Ayrıca her insanın manevi derece ve nasibi de bir değildir. Bunda gizli bir kader sırrı vardır.

 

Müminin bu âlemde kalbinden başka sermayesi yoktur. O kalbi dünyalık ve kalbe zarar veren kötü huylarla doldurmak ona yakışmaz. Kalp, sadece Allah Teâlâ'nın sevgisi ile doldurulmalıdır.

Kalbin temizlenmesi, Allah Teâlâ'dan başkasına orada yer vermemekle ve tam bir sadakat ile olur. Kalbin bozulması da, Allah'tan başkasına gönül bağlamak, başkalarını O'na ortak koşmak, riya, haset, kin, intikam ve zulüm gibi kötü ahlâklarla olur.

 

Akıllı kimse kalbini ihmal etmez, onun temizlik ve terbiyesini basite almaz. Bu iş, insanın en birinci işidir. Her mümin, yüce Allah ile hukukunu ve dostluğunu kontrol etmelidir. İnsan kalbini tanımıyor, kullanmıyor ve bunu gündeme almıyorsa hastadır, bu haline ağlamalı ve bir çaresine bakmalıdır. Karnı acıkan bir insan, açlığını gidermeden nasıl rahat edemiyorsa, kalbinin ihtiyaç ve hastalıkları için de aynı çabayı göstermelidir. Yoksa derdi hiç bitmez. Kalbinin ilacına yönelen kimse, ciddi olmalıdır, ilacına ve doktoruna sımsıkı sarılmalıdır.

 

Tasavvufta İlk İş Kalp Temizliğidir

 

Kur'an, kalbin temizliğine "tezkiye" ismini vermiş ve ebedî kurtuluşu ona bağlamıştır[8]. Hz. Peygamber'in (s.a.v) temel görevi tebliğ ve tezkiye olarak belirlenmiştir[9].

 

Tezkiye, kalıbı değil kalbi temizlemektir. Bu, kalbin şirk, küfür, isyan, gaflet, haset, kin gibi manevi kirlerden arındırılmasıdır. Bu arındırma iman, nur, feyiz, tövbe, istiğfar, gözyaşı ve ibadetlerle olmaktadır.

 

Kalpte bulunan ve kalp ile işlenen manevi günahlardan arınmadıkça gerçek temizlik gerçekleşmez. Hak Teâlâ,

 

"Günahın açığını da gizlisini de terk edin. Çünkü günah işleyenler yaptıklarının cezasını mutlaka çekecekler"[10] buyurarak, her türlü günahtan uzak durulmasını emretmiştir. Hadisler, dinin ve güzel ahlâkın merkezine kalbi koymuştur. Hz. Peygamber (s.a.v), kalbin insanın dinî hayatındaki yerini şöyle tanıtmıştır:

 

"İnsan vücudunda öyle bir parça vardır ki, o iyi olduğu zaman bütün bedenin işleri iyi ve güzel olur. O bozulduğu zaman, bütün vücut bozulur. Dikkat edin o parça kalptir. "[11]

 

Bunun için rabbânî âlimler, birinci hedef olarak kalbi seçerler. Bütün gayretlerini kalbin uyanması ve ihyası için kullanırlar. Bu işi devamlı gündemde tutarlar ve onun gerçekleşmesi için çok fazla zaman ayırırlar. Oysaki bugün kalp ihmal edilmiş, gayretler çoğunlukla mideye ve kalıba yöneltilmiştir, öyle ki kalple işlenen günahlar gizli olduğu için zâhirdeki günahlar kadar üzerinde durulmamaktadır.

 

Tasavvufun ana konusu, bâtınî fıkıhtır. Bâtınî fıkıh, insanın iç âlemini oluşturan kalp, ruh, nefis ve diğer latifelerin tezkiye, terbiye, terakki ve inkişaflarını hedefleyen manevi, nuranî, kalbî bir ilimdir. Zâhirî fıkıh vücudumuzun dış âzaları ile yapacağı ibadet ve vazifeleri inceleme konusu yaptığı gibi, bâtını fıkıh diyebileceğimiz tasavvuf da kalple ilgili ibadet ve ahlâkları temel konusu yapmıştır. Bundaki hedef kalbin ihsan mertebesine ulaşmasıdır. İhsan, kalbin gafletten uyanması ve manevî kirlerden arınması sonucu yakîne ulaşmasıdır. Yakîn, kalbin Cenâb-ı Hakk'ı görüyor gibi bir şuur ve hassasiyete sahip olmasıdır. Bu hal, her mümin için bir hedeftir. Hz. Peygamber'in (s.a.v) işaret ettiği gibi din, iman, İslâm ve ihsandan oluşmaktadır.[12] Din imanla başlamakta, ibadetlerle olgunlaşmakta, ihsanla kemale ermektedir.

 

Tasavvufta, kalbin selim hale gelmesi üç safhada gerçekleştirilmektedir. Birinci safha manevi kirlerden temizlik, ikinci safha yüksek ahlâklarla güzellik, üçüncü safha ilâhî huzurda kabul ve yüce Allah ile özel beraberliktir. Bundan sonrası huzur makamıdır. Arifler, bu hali "kurbiyyet" olarak tarif ederler ve gerçek manada "sûfî" kelimesini bu sıfatı elde etmiş kâmil insan için kullanırlar.[13] Kur'an'da bu yakınlığa ulaşanlar "mukarrebûn" sıfatıyla tanıtılmışlardır. İlâhî taksime göre onlar, insanlar içinde "sâbikûn" sınıfını oluşturmaktadır[14].

  

 

Kaynak: Siraceddin Önlüer, Kalbin Hastalıkları, I/16-22 (Semerkand Yayınları)



[1] Mutaffifîn 83/14

[2] Tirmizî, Tefsir, 83; İbn Mâce; Zühd, 29 (nr. 4244); Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 2/297.

[3] Buhâri, imân, 39; Müslim, Müsâkât, 20; İbn Mâce, Fiten, 14 (nr. 3984); Dârimî, Bûyû, 1.

[4] Abdülhakim el-Hüseynî, Sohbetler, s. 52.

[5] Bakara 2/74

[6] Tevbe 9/119

[7] İmâm-ı Rabbânî, Mektûbât, 286. Mektup.

[8] A'lâ 87/14; Şems 91/9

[9] Âl-i İmrân 3/164; Cuma 62/2

[10] En'âm 6/120

[11] Buhârî, İmân, 39; Müslim, Müsâkât, 107; Ibn Mâce, Fiten, 14.

[12] Buhârî, imân, 37; Müslim, İmân, 1; Ebû Davud, Sünnet, 16; Tırmizî, İmân, 4; Ibn Mâce, Mukaddime, 9.

[13] bk. Sühreverdî, Avârifû 'l-Maârif, s. 18.

[14] Vakıa 56/11-12


Bu Yazılarda Dikkatinizi Çekebilir